Yenidoğanlara ve hayvanlara dair herhangi bir soru sorduğumuzda ve soruyu cevaplamaya çalıştığımızda çoğu örtük olan birtakım varsayımlarımız vardır. Bunlardan en önemlisi, insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel unsurlar hakkındadır. Yani, “insanı insan yapan nedir?” sorusuna keskin sınırları olan bir cevabımız varsa, bu cevabımız, aynı zamanda yenidoğanlara ve hayvanlara dair birtakım soruların da cevabı haline gelir. Örneğin “insanı insan yapan veya en azından onu diğer canlılard…
Read moreYenidoğanlara ve hayvanlara dair herhangi bir soru sorduğumuzda ve soruyu cevaplamaya çalıştığımızda çoğu örtük olan birtakım varsayımlarımız vardır. Bunlardan en önemlisi, insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel unsurlar hakkındadır. Yani, “insanı insan yapan nedir?” sorusuna keskin sınırları olan bir cevabımız varsa, bu cevabımız, aynı zamanda yenidoğanlara ve hayvanlara dair birtakım soruların da cevabı haline gelir. Örneğin “insanı insan yapan veya en azından onu diğer canlılardan ayırt eden unsurların en önemlilerinden biri dildir ve dil öğrenebilmesidir” dersek, bu ifade, en temelde, dünyaya henüz gelen bebeğin ve örneğin bir kedinin yalnızca “gelişmemiş” değil, aynı zamanda “aynı zeminde gelişmemiş” olduğu yönünde bir varsayıma bizi götürür, zira dil öğrenmek veya öğrenebilmek ve bu süreç neticesinde alışageldiğimiz, bildiğimiz anlamda diller aracılığıyla iletişim kurabilmek ve düşünebilmek “gelişmek”tir. Bu yazının amacı, yenidoğanlara ve hayvanlara dair özellikle bilinç çalışmalarının, bu eksende yürütülen dil ve en genel anlamda felsefe ve psikoloji araştırmalarının (yukarıdaki örnekteki gibi) temel varsayımlarını ve hareket noktalarını sorgulamak ve son dönemde Yalçın Koç’un geliştirdiği aşkınlık tasavvuru çerçevesinde eleştiriler ve öneriler sunmaktır. Son olarak, bir tecrübe sahibi olmak ile en geniş anlamıyla tecrübe sahibi olmaya dair bir fikriyat inşa etmek ve -mümkünse- bilimini yapmak arasındaki ilişkiye değineceğiz.