Epistemik açıdan birbirine denk olan ya da denk olduklarını kabul eden öznelerin aynı delillere dayanarak birbirine karşıt inançlar benimsemeleri akran anlaşmazlığı olarak adlandırılır. Böyle bir ihtilaf durumu karşısında hangi epistemik tutumun rasyonel olduğu tartışmalıdır. Uzlaşımcı yaklaşıma göre, bir akran anlaşmazlığında rasyonel olan reaksiyon öznelerin kendilerinde bir kusur olduğunu düşünmeleri ve ihtilaf konusu inançlarını askıya almalarıdır. Buna karşın Lackey, akran anlaşmazlığı duru…
Read moreEpistemik açıdan birbirine denk olan ya da denk olduklarını kabul eden öznelerin aynı delillere dayanarak birbirine karşıt inançlar benimsemeleri akran anlaşmazlığı olarak adlandırılır. Böyle bir ihtilaf durumu karşısında hangi epistemik tutumun rasyonel olduğu tartışmalıdır. Uzlaşımcı yaklaşıma göre, bir akran anlaşmazlığında rasyonel olan reaksiyon öznelerin kendilerinde bir kusur olduğunu düşünmeleri ve ihtilaf konusu inançlarını askıya almalarıdır. Buna karşın Lackey, akran anlaşmazlığı durumlarında öznenin kendisinden şüphe etmesi gerektiğini ileri süren uzlaşımcı teze karşı çıkar. Ona göre yüksek düzeyde gerekçeli inançlar söz konusuysa, öznenin kusuru karşısındakinde araması rasyonel bir reaksiyondur. O halde, özne başlangıçta epistemik bakımdan akranı kabul ettiği kişinin bundan böyle akranı olmadığına inanabilir. Bu nedenle, Lackey’e göre uzlaşımcı tez hatalıdır. Lackey’nin itirazına cevap olarak Christensen, yüksek düzeyde gerekçelendirilmiş inançlarla ilgili anlaşmazlıklarda Lackey’e hak vermekle birlikte, bunun uzlaşımcı yaklaşıma karşıt bir durum oluşturmadığını düşünmektedir. Ancak, Christensen’ın bu savunması bir başka soruna yol açmaktadır. Problem şu ki, bazı durumlarda öznenin, karşısındakinin akranı olmadığına inanması uzlaşımcı görüşle uyumsuz bir sonuç verir. Dolayısıyla, anlaşmazlığa rağmen hangi durumlarda benimsenen inancın korunabileceğinin netleştirilmesi gerekmektedir. Bu makalede, yüksek düzeyde gerekçeli inançların, özneler için karşısındakinin akranı olmadığına inanmayı her zaman makulleştiren bir sebep sunmadığı ileri sürülecektir. Böylece, Christensen’ın savunmasının revize edilmesi gerektiği gösterilmeye çalışılacaktır.